Metropolün insana şiddeti/1
- Fehmi Başusta
- 23 May 2022
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 May 2023
Metropol kentlerin günümüz koşullarında nasıl şekillendiğini bilimsel olarak ele almak gerekir. İnsanların çoğunun günlük yaşam içerisinde kentin sokaklarını, binalarını dikkate almadan yaşıyorlar. Kentleşmenin başladığı günden bugüne değin bir çok şehir; kentsel dokusuyla insanların ilk tutkularına, ilk aşklarına ve ilk hayallerine ev sahipliği yapmıştır. Büyük kalabalıkların bir arada yaşama sevdası kent dediğimiz; sınırları, üretimi ve koşulları yine insanlar tarafından belirlenen; çok fazla hiyerarşik yapının olduğu yaşam alanlarıdır. Bu kentlerin özellikle mimari dokusu yaşayanların kültürel özelliklerini yansıtıyor olması gerekir. Ya da bulunduğu coğrafyanın özelliklerini taşıyor olması gerekir. Kent kültürü; içinde yeşili olan, göğünde mavisi olan, sokakları engelsiz olan her yaştan insanın rahatlıkla yaşayabileceği mekanlar dan oluşur. Dünyanın birçok ülkesi devasa metropolleriyle tanınır. Bu metropollerde dünya nüfusunun metrekareye en fazla insanın bir arada olma özelliğini taşır. Kimi metropol ülkesinin ekonomisini sırtına almıştır. Kimi metropol bütün ülkenin göçünü almıştır. Nedeni ne olursa olsun kentler sorunların organize olduğu, buna paralel olarak da çözüm aşamalarının da organize olduğu yaşam alanlarıdır. Ama maalesef aynı zamanda; Ötekileşmenin kendini ifade ettiği yaşam alanlarıdır. Kentleşme sadece büyük nüfus yoğunlukları anlamına gelmez. Kentleşme İnsan yaşamını kolaylaştırmak demektir. Şehirleşme eğer sadece insan nüfusunun kalabalığı demek ise insan hikayelerinin en masum olanı bile eziklik ve yalnızlaşma olduğu anlamına gelmektedir. Eğer kent kültürü oluşmamış ise devasa metropolde yaşamak birey için şiddettir. Unutmamak gerekir ki, yaşamak sadece karın doyurganlığı değildir. Yemek ve içmek değildir. Evrilerek çoğalan dünyada yaşamak, milyonlarca anlam taşır. Şehir sadece betondan evler, asfalttan caddeler değildir. Devasa betondan yüksek binalar anlam verilmeyen uydu mahalleler çağın bütün hastalıklarına kucak açıyor. Milyonlarca insanın içinde yapayalnız bir birey. Kendini ifade edemeyen yalnız insan. Yaşamayı karın doyurmak. Gezmeyi işle ev arası mesafe de gidip gelmek olarak düşünen sadece zorunlu hallerde televizyonla baş başa kalan insan. Geniş kitlelerin metropolde yaşamayı algılaması bu şekle dönüşmüştür. Her gün ulaşımın, trafiğin getirip götürdüğü milyonlarca insan birbirine ötekileşmiştir. Olup biten onca savaşa ve acıya kayıtsız hale gelmiştir. İnsan yığınları birlikte yaşama anlayışını yitirmiştir. Duyarlı olmayı yitirmiştir. Kentle insan arasına beton yükseltiler girmiştir. Kent kültürü ve insan birbirine muhtaçtır. Metropol; binaları, sokakları ve insanlarıyla barışık olmalıdır. Eğer insanla kent arasında bir barış ve huzur yoksa yaşam her ikisi içinde zordur. En ilkel Çağlar’dan modern iletişiminin yaşandığı günümüze dek bir arada yaşamak zorlukları başarmak içindir. İhtiyaçlarını gidermek içindir. Birbirine destek olmak içindir. Kötülüklerden korunmak içindir. Mutluluğu, sevinci, hüznü, tapınmayı, ağlamayı ve acı çekmeyi ortaklaştırmak içindir. Bir arada yaşamak bu kadar kutsalken büyük metropoller milyonlarca insanı bir arada tutuyor ama hiç birisi diğerinin acısını bilmiyor. Tarifi imkansız acı bir gerçek. Anlamsız binaların yükseldiği, yüzbinlerce aracın trafikte yürüdüğü, onlarca sokak ve caddenin olduğu bu kentler; mutluluklarını paylaşamayan, ortak değerleri yaşatamayan insanlarla dolup taşıyor. Metropoller adeta duyguların değerlerin tüketildiği çarklar gibi işliyor. Tüketim üzerine kurgulu sistemin işlediği mega kentler insanları ötekileştiriyor, duyarsızlaştırıyor, yalnızlaştırıyor. Sokaklar, caddeler dahası atölyeler şiddetini insana ve canlılara yaşatıyor. Kentler insana, uydu sitelerin, daracık sokakların ve işgal edilmiş kaldırımların şiddetini uyguluyor.