Ütopyayı Hayata Geçirmek
- Fehmi Başusta
- 22 Haz 2023
- 19 dakikada okunur
Fehmi Başusta
Ütopyayı Hayata Geçirmek; Yeni Şehir Hareketinin Düşünsel Tarihi
Rosemary Wakeman
Özet
Batı’daki bölgesel büyüme stratejilerinde önemli rol oynayan yeni şehir hareketinin ayrıntılı bir tablosunu çizerek 1945-1975 arasındaki altın çağında nasıl ulusaşırı bir harekete dönüştüğünü inceliyor. Finlandiya’da Tapiola’dan Pakistan’da İslamabad’a, Fransa’da Cergy-Pontoise’dan ABD’de Irvine’e uzanan Wakeman, bu kentlerin ütopyacı yönleriyle çağdaş modernleşme ve şehir planlaması hakkında bizlere öğretebileceklerine dair tespitlerde bulunuyor.”
Şehirler tipik olarak nehirler, denizler, derin bir liman gibi doğal kaynakların veya daha büyük ve gelişmiş şehirlerin yakınlarında ortaya çıkarlar. İhtiyaç yerine emirle veya planlamayla kurulan “yeni şehir”ler içinse bu geçerli değildir.
Yazara göre ‘Yeni Şehir’ için tek bir tanım yoktur. Artık her şehrin kendine özgü tanımı ve imgesi vardır. Ütopyanın, toplumsal düzenle ve siyasi otorite ile çok yakından bağları olan katı bir mekansal formu vardır.
20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren kentsel ütopya düşüncesi üzerinden egemenlik kurulup yüzlerce yerleşim yeri kurulmuştur. Yazar bu süreci değişik örnekleriyle ele almaktadır. Devasa inşaat şantiyeleri, büyük coğrafik alan, yeni şehirlerin seferberliğini açık şekilde hareket haline getirmektedir.
Teorik olarak her şehrin belirli bir noktada yeni olduğunu söyleyebileceğimiz için bu örnekleri kolaylıkla uzun bir şehir kurma girişimleri listesi ekleyebiliriz yeni sıfatı o kadar muğlaktır ki bir kavrayış kategorisi olarak anlamsız görünebilir. Söyleyebileceğimiz şey yeni şehir ifadesinin tarihin belirli noktalarında planlı olarak gerçekleştirilmiş ve hayli sembolik bölgesel kontrol ve yerleşme eylemlerini ifade etmek için kullanılmış olduğudur. Yeni bir şehir, toprağa dikilen bir sancaktan farklı değildir. İktidar ve otorite değişiklik gerçekleştirebilen, neredeyse sihirli bir şablon gerektiriyorlardı elimizdeki kitap 20. yüzyılın ortasından sonlarına kadar ki yeni şehir hareketini bu bakış açılarından araştırıyor. Aslında yeni şehrin karmakarışık anlamının araştırılması, izleyen sayfalardaki amacının bir parçasını oluşturuyor: Yenişehir, uydu şehirlerde, yeni topraklarda, işçi şehirlerinde, bilim şehirlerinde, bahçeşehirlerde ifadesini bulmuştur.
Yeni şehirler bir konut tipi yelpazesini öneriyor, ama aynı zamanda en ileri düzeyde şehir tasarımını, paradigmatik merkezcilik, topluluk ve mahalle kavramlarını ve yeni bölgesel büyükşehir perspektiflerini de hayata geçiriyor. Yaratıcı insan, ulaşım, su ve atık akışları ortaya koydu.
Bu çalışma, bu yerleşimlerin fiilen inşa edildikleri halleri ile fiziksel bir tasvir ya da onların toplumsal etkilerini bir değerlendirmesi değil. Daha ziyade onların biraz vizyoner hayaller diyarı olarak entelektüel teşrihini sunduğunu söyleyebiliriz.
Şehirler politik ideolojilerin isteğine göre şekillenmiştir. Kendi ideolojilerini pekiştirmek veya ihraç etmek için kurulan şehirlerin aynı zamanda toplum mühendisliği rolü üstlendiğini görüyoruz. İşin bir tarafında ideoloji diğer ucunda sermaye, iktisadi yapı ve iktidarken, diğer tarafında mülksüzleştirilenler, evsizleştirlenler, işsizler, kimsesizler ve yönetilenler yer alıyor.
Giriş
Yenişehir hareketinin düşünsel tarihi
Yenişehir seferberliğinin büyüklüğü ve karakteri üzerine çok az şey yazılmıştır 20. yüzyılın ikinci yarısı itibari ile kentsel düşüncesi üzerinde egemenlik kurup binlerce olmasa da yüzlerce yerleşimin kurulmasını sağlamıştır. İnşaatların büyüklüğü, olağanüstü coğrafi kapsamı, yeni şehirlere farklı bir güç katmıştır. Sonra ki yıllarda yeni şehir seferberliğini açıkça bir hareket haline getirmiştir.
Mimarlar ve plancılar ideale ulaşmak için bütün yeteneklerini seferber ediyor. Tasarımlarına ve insanlarına harcanan enerji yeni şehrin sembolik gücünün en iyi göstergesidir. Yeni şehir hakkındaki kararlar en üst siyasi düzeyde alınmıştır. Yeni şehir fenomenini konu edinen ikinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lere kadar ki büyük yayılım şema icat etmeye, şehirleri sıfırdan tasarlamaya ve planlamaya sarf edilen tutkulu emeğin de kanıtıdır.
Kapsamlı imar planı, tüketicilik, alışveriş merkezi, dinlenme ve boş zaman idealleri, şehir alanını oluşturan şeyler için bir deneme olarak kullanıldı. Sistem analizi ve bilgisayarlı tahminin uygulanması ve mimari avangardın düşsel sahneleri için laboratuvar işlevi gördüler. Yeni şehirler mükemmel bir toplumsal düzen olarak hayal edilen devasa projelerdi. Belirli derecede özerklik ve kendine yeterlilik, yeni şehirlerin kimliklerinin ayrılmaz bir parçası oldu. Geleceğe dair bir yol haritası olarak, eksiksiz birer şehir kurulumuydular. Bazı yeni şehirler başarılıydı. Bazıları ise, modern kapitalizm ifadesine dönüşüyordu. Ama hepsi kendi zamanlarında şehir hayatının niteliği açısından çığır açıcı standartlar belirlediler.
Ütopyacı hülyalar, kendi olanaklarının tarihsel koşullarına ışık tutarlar. David Harvey’e göre, ne tür bir şehir istediğiniz sorusu, ne tür toplumsal bağlar, doğayla nasıl bir ilişki, nasıl hayat tarzları, teknolojiler de estetik değerler arzuladığımız sorusundan ayrı düşünülemez.
Şehir değiştirerek kendimizi değiştirmeye çalışırız. Yenişehir bu fantastik dönüşümsel Nesneydi ve daha öncekilerden farklıydı. Sonuç bir zaman sıçraması olacak. Yenişehir, gelmesi an meselesi olan çağı ilerleyişi hızlandırdı. Mutlu ve iyi olan, parlak, yeni, sınırsız bir dünyaya muazzam bir sıçrayış bu.
Ütopyanın sözlük anlamı, olmayan yerdir. Ütopya yerleşik iktidar yapısını da değiştirmeye yarayabilir. Yeni şehir, uzmanlar tarafından uluslararası ölçekte yayılmaya hazır bir model olarak düşünüldü. Yeni şehir plancıları, mimarları ve bu geniş teknokratik kalkınma modernizmini ve onu hayata geçiren kurumsal düşün akıntısında yüzüyorlardı.
Yenişehir projeleri özgürlük, demokrasi, refah vaatleriyle dolu ve batılı aile ve topluluklar anlayışlarıyla yüklüydü. Batı modernleşmesinin kapsamlı ifadeleriydi. Dolayısıyla modernleşme tektip ürettiği kadar farklılık da üretmiştir. Pekçok kentsel bağlamda çeşitli ve karmaşıklığa yol açmıştır. Bu kitaptaki yeni şehir seçkisi, coğrafya ve planlama kültürleri taraması bu zenginliği sergilemeyi amaçlamaktadır.
19. yüzyıl şehir reformcuları kuzu gibi görünüyordu. “Şehir kabusu”, “kriz” ve “trajedi” kelimeleri görünüşe bakılırsa planlamaya ilişkin bütün 20. yüzyıl belgelerine girmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında “konut bunalımı” çok ciddi boyuttaydı. “Nüfus patlaması” bir kıyamet tehdidi gibiydi. Peşinden çevre felaketi gelecekti. Yaklaşan kıyametin çözüm, şehir merkezindeki yoksul mahalleleri yönelik çok kapsamlı kentsel dönüşüm projelerinin hayata geçirebilmesi ve nüfusun dağıtılmasıydı. Akademisyenlerin büyük bir çoğunluğu bu politikanın sonucunu denetimsiz banliyö yayılması olarak yorumlamıştır. Yenişehir hareketi, bu kanaatin tersine çevrilmesi ihtiyacını ortaya koyar. Yepyeni şehirler heyecan vericiydi, çünkü insanlara, özellikle de genç ailelere modernbir gelecek teklif ediyorlardı. Bölgesel bir kurulumda planlı kalkınma, tarihçilerin kabul ettiğinden çok daha sık dile getirdi, siyasi olarak daha fazla üretildiği ve çok daha büyük ölçekte uygulandı. Bu tarihi geri kazanmak elimizdeki kitabın amaçlarından biridir.
Ütopyacı rüyalar, ABD’de olduğu kadar eski sömürgeci imparatorlukları ile birlikte bütün Avrupa ülkelerinde de kök salmış olan bölgesel yeniden yerleşimi yönetme gündemine dönüştü. 20. yüzyıl plancılık tarihini bir muamma haline getiren budur. Merkeziliği vurgulamak yerine doğılmaya odaklanmalıdır. Şehir üzerine düşünüp hayaller kuranları heyecanlandırmış olan fikir, tasarım ve planlar yalnızca şehir merkezindeki yoksul mahallelerini değil, aynı zamanda kentsel periferiyi, banliyöleri, yeni şehirleri ve bölgesel planlamayı da kapsıyordu. Plancılar zamanlarını “şehir kanseri”nin bütün bölge yayılışının izini sürmeye ve onu nasıl kontrol altına alacaklar üzerini kara kara düşünmeye harcadılar. Nüfus istatistikleri, haritalar ve grafikler üzerinde çok çalıştılar ve büyük coğrafi alanlarda hareket ve değişimi isabetli bir şekilde tahmin edebilen ilk bilgisayar programlarını öğrendiler.
Savaş, kitlesel nüfus hareketlerinin, değişen ülke sınırlarının, maddi kaynaklar ve altyapılarıyla ilgili dev planların ve ekonomiler ve toplumlar üzerindeki eşi benzeri görülmemiş devlet kontrolünün tanımlandığı devasa bir çatışmaydı. Bu miras, 20. yüzyılın ikinci yarısında planlamanın gördüğü olağan dışı takdir ve kabulü ve ne ölçüde hayata geçirildiğini anlamada hayati bir önem taşır. Bölgesel ölçekte şehirler kurmak devlet politikası, mal varlıklarını ve ülkeyi daha önce görülmemiş derecede kontrol altında tutmanın bir mekanizması haline geldi. Yeni şehirler siyasi ve ekonomik iktidarın aygıtlarına dönüştü. Şehir uygulamacıları bu büyükşehir yayılımının nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini ilişkin karmaşık fikirler dile getirdiler ve yerleşimlerin nasıl oluşturulması gerektiğine dair kapsamlı teoriler geliştirirler. Geleceği hayal etmede bahçeşehrin çok ötesine geçtiler. Onların görüşüne göre yayılım, büyük şehirlerin kentselliğinidaha küçük ve daha insani bir ölçekte yeniden üretecek belirlidüğüm noktaları ya da şehirler üzerinde yoğunlaşacaktı. Şehirler, tam bir bölgesel sistem olarak bir iletişim ve ulaşım ağı içinde birbirlerine bağlanacaktı.
Yayılım ile yığılma arasındaki bu gerilim, 20. yüzyıl plancılığının en önemli özelliklerinden biridir. Bizi uzamsal planlama ile toplum mühendisliği arasındaki bağı geniş bir coğrafi bakışı açısından düşünmeye zorlar. Aynı zamanda yenişehir görüşlerinin ve bölgesel plancılığın yalnızca Batı’da değil, sömürgecilikle ve sömürgecilik sonrası siyasetiyleilişkilerinin göz ardı edilemeyecek kadar açık olduğu gelişmekte olan dünyada da nasıl gerçekleştirildiğinin araştırılmasını içerir. Plancılık başlangıcından itibaren ulusaşırı bir girişimdi; yenişehir kavramı dünyanın dört biryanını dolaştı. Plancılar yüceltilmiş bir kentsel ve bölgesel kalkınma vizyonunu paylaşıyordu ve planlama aslında büyük ölçüde yeni şehrin gelişimi sayesinde profesyonelleşti ve uluslararasılaştı. Plancılık dinamik bir kavramdı ve dünya genelinde çok sayıda şehir deneyimi felsefesine ve işleyişinekatkıda bulundu.
Yeni şehirler kurma hareketinin incelenmesi, ideal yerlerineyin oluşturduğunun ve bunun planlama kültürünü nasıl etkilediğinin küresel aktarımı konusunda bize çok şey anlatı. Plancılar ve mimarlar masalarının başına düşüncelerin sürekli dolaşım ve temellükünden olduğu kadar karmaşık siyasi ve ideolojik kültürlerden de edinilmiş bir dizi önyargıyla geçmişti. Çoğunun kentsel ütopyaya yaklaşımı savaş zamanında ki sürgün yılları ve doğu daha sonra da yeniden inşanın aciliyeti tarafından koşulandırılmıştı. Çalışmalarına savaşın geride bıraktığı enkazın dumanı tüterken başladılar. İlerlemeci şehir reformcularının tutkularını daha iyi bir dünya yaratma, küresel bir topluluk içinde “tek dünya” olarak birleşme, sosyal adaletsizlik ve yoksullukla savaşma ve özgürlüğü teşvik etme arzusu ateşlenmişti. Bunlar hepsinin anlamlı bulduğu yüce gönüllü amaçlardı. Tutkularının eserleri, mükemmelleştirilmiş kentsel mevkilerin plan ve diyagram ve çizimlerinin oluşturduğu olağanüstü bir mahzendi. 1960‘laritibarıyla bu görüşler giderek artan biçimde ağ bağlantılı “akıllı” şehirler olasılığına işaret etmekte olan sibernetik ve sistemler kuramı tarafından üretiliyordu. Bu ikisi,1960‘ların radikal kültürü ile birlikte, bu karışıma eklenen bir ütopyacı hayaller coşkusu üretti.
Bir anlamda şehir ve bölge plancılığı, kendi özellikleri, aktörleri, kurumları ve örgütleri olan küresel bir üretim ağı haline geldi. Profesyonel bir uzmanlık olarak sanatsal zaanattan teknokratik bilime kadar uzanıyordu. İncelenen yenişehir hareketinin düşünsel tarihi: ütopyayı hayata geçirmek adlı kitap; İngiltere Kanada, ABD, İsrail, İran, Çin ve Afrika’da yeni şehirleri hayata geçiren çeşitli aktörlerle karşılaşıyor.
Bazıları şiddetli siyasi baskıya maruz kalır ve toplama kamplarına kapatılırken, bazıları siyasi mayın tarlalarınınetrafından dolaşmayı başardılar. Savaş sonrası dünyasına düşüncelerini eyleme dökme hevesi ile adım attılar ve ilk büyük yeni şehirler dalgasını ürettiler.
Kitabın birinci bölümünde savaş öncesi mirasın arka planı sunuluyor, ikinci ve üçüncü bölümlerinde savaş sonrası yeniden yapılanma yılları olan 1940’ların sonlarıyla 1950’lerde ürettiği yeni şehirleri inceliyor, özellikle büyük Britanya’da ve Amerika Birleşik Devletleri‘nde doğmuş ve Orta Doğu ve Afrika’nın kaynak şehirlerinde çöküşünü yaşamadan önce dünya gelinine yayılmış olan bahçeşehir idealinin uygulanış ve ihracına odaklanıyor.
İkinci nesil yeni şehir inşacıları profesyonellik çağına savaştan sonra, 1950’li ve 1960’lı yıllarda geldiler. Kariyerlerinegeçmişle bağları koparmaya ve şehir biçiminin geleceğine atılmaya hazır halde başladılar. Sonuç, bu kitabın son üç bölümünün konusu olan 1960’lı ve 1970’li yıllardaki ikinci büyük yeni şehirler dalgasının tamamen yeni ölçek ve karmaşıklığı oldu. Plancılar askeri sanayi ve Savunma Sanayiindeki uzmanlarla, sosyolog ve iktisatçılarla, bilgisayar kurtları ve inşaat mühendisleri ile el ele çalıştılar. Karar alma sürecinin merkezinde yeni bir savaş sonrası teknokratik seçkinler sınıfı oluşturdular. Çok seyahat ettiler, muazzam bir ilişkiler ağı kurdular ve sibernetiğe ve sistemler analizine bağlan yeni bir bilgi yığınını paylaştılar. Çalışmaları, bahçeşehirlere dair herhangi bir duygusallık içermiyordu. Aksine kitle toplumu şu anda kolektif yaşam pratikleri ve mekansallığı üzerine yetkin tartışmalardan oluşuyordu.
Dördüncü bölüm, sibernetiğin ve daha genel anlamıyla Uzay Çağı’nın ütopya pratiği ve bilginin uluslarası mübadele teknik ve dolaşımları üzerindeki etkisine odaklanıyor. Sibernetik şehirlerin Amerika ve Doğu Bloğu versiyonları Soğuk Savaş’la ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasındaki uzay yarışı ile bağlantılı olarak değerlendiriliyor. Beşinci Bölümü’nde 1960’ların, bu ileri teknoloji kültürünün etkisi kapsamlı büyük şehir plancılığı açısından ayrıntılılandırılıyor ve Britanya, Fransa, Hindistan ve Amerika Birleşik Devletleri‘nden dört yeni şehir vaka incelemesi ele alınıyor. Son olarak, Altıncı Bölüm’de uzay çağı ilerlemelerinin tesiri avangart mimarinin ve onun ürettiği uzak geleceğin vizyoner kentsel tasarımlarının ve fantastik şehirlerinin bakış açısından değerlendiriliyor.
Yeni şehirlerin teorisi ve biçimi konusunda 20. yüzyılın ortasından sonuna kadar muazzam bir entelektüel tartışma yürütüldü. Kimi plancılara göre, bir yenişehir sıfırdan başlayan bir yerleşimdi: yeni inşa edilmişti. Diğerleri yeni şehrin kapsamlı olarak planlanmış ve kesin boyut ve nüfus formüllerine ve iktisadi, istihdama ilişkin özelliklere dayanan, kendi kendine yeten bir yerleşim yeri olduğunu iddia ettiler. Yenişehir tipolojileri ve hiyerarşileriyle ilgili bir takıntı da söz konusuydu. Yenişehir tutkunları kendi ayakları üzerinde duran yeni şehirlerin, uydu şehirlerin, şirket şehirlerinin fizyonomilerini ve orta ölçekli yeni şehirlerle küçük ölçekli yeni şehirlerin özelliklerini tahmin etmeye sayısız sayfa harcadılar. Yeni şehirleri karışık karayolları sistemindeki düğüm noktaları olarak tanımlayan bölge haritalarını incelediler; mahallenin ve oranın sakinlerinin, kamusal alanın ve merkeziliğin kesin niteliklerini ve doğru mimari üslubu ve çevre düzenlemesini planlamak için sosyolog ve psikologlarla beyin fırtınaları gerçekleştirdiler. Doğru bilgisayar modelleme teknikleri üzerine kafa yordular. Bazılarına göre önemli olan yeni şehrin “kalbi” yken bazılarına göre yaşamın ve yeryüzünün sürdürülebilirliğiydi. Çok az plancı işe hayallerini ekmekte oldukları geniş topraklara ilişkin bilgi ya da deneyimle başlamıştı. Aksine, şehir çevresini, örgütlenmesi ve modernleştirilmesi gereken düzensiz bir boşluk olarak görüyorlardı. Bu, şehirleri yoktan var etme olanağının kapısını açtı.
Bu söyleme, şehir ütopyası vizyonlarını hem gerçek hem mecazi anlamıyla haritalandıran sayısız çizim ve resim, istatistik verisi, haritasal ve fotografik kanıt, mantık diyagramı ve matematik formülü eşlik ediyordu. Bunlar, yaratıcı bir emek olarak kendi başına ele alınmayı hak eden avangart plancılığın külliyatını oluşturdu. İncelenen bu kitapta tasarımların derin bir okumasına giriliyor. Kentsel peyzajı nasıl hayal ettiler ve ona bazen atmosferik ve duygusal olabilen bir seyirlik manzara görünümünü nasıl verdiler?
Bütün bu plancılığın sonuçları muazzamdı: şehirler ve bölgeler, rasyonel arazi kullanımı ve ulaşım örüntüleri olan karmaşık sistemler olarak görüldü. Her yeni şehir dikkatli bir biçimde düzenlenmiş binaların, alanların ve trafik ana yollarının birleşik bir sistemiydi. Toplumsal istikrar mükemmelleştirilmiş bir uzamsal alan tarafından güvence altına alınacaktı. Yeni şehirler, planlamayı iyice görünür hale getirdi ve şehir vizyonerlerini bilimsel birer öncü mertebesineçıkardı. 20. yüzyıl plancılığının en etkili metinlerinden bazılarını üreten bu plancılık söyleminin küresel boyutu, üzerine çok az şey yazılmış olsa da, dikkate değerdi. Ve içine gireceği tasarlamanın ve inşa etmenin reçeteleri olarak uluslararası boyutta paylaşıldı. Ortaya, çeşitliliğe ve sonuca sıra dışı bir entelektüel bağlılığı teşvik eden bir yeni şehir “hareketi” çıktı.
Kitabın çerçevesi, bir yeni şehir tam olarak nedir? Her zaman, bilinçli olarak, mahalle, yerleşim, hatta şehir düşüncesi için vereceğinden daha kesin bir tanım vermeye direniyor yazar. Bu kavramların anlamları zamana ve yere bağlıdır. Tarihçinin görevi bu alanları keşfetmek ve yeni şehrin niçin geleceğin bu kadar güçlü bir tılsımı olduğunu araştırmaktır. Bu kitap teker teker yeni şehirleri ayrıntılı bir biçimde tarif etmeye kalkışmıyor. Keza herhangi bir şekilde yeni şehirlerin bir haritasını çıkarmaya da çalışmıyor-bunu yapsam ortaya tekdüze bir yerler listesi çıkardı. Yenişehir hareketini değerlendirmenin de sayısız yolu vardır: hareketin başarısı ve başarısızlığı ve ütopyada yaşamının toplumsal sonuçları her zaman tartışma konusu olmuştur. Sözgelimi, planlamanın fiilen yeni şehirlerde yaşayan insanların hayatlarını nasıl etkilediği başı başına analiz edilmeyi hak eden bir konudur.
Bu amaç doğrultusunda kendilerini ortaya çıkaran coğrafya ve farklı entelektüel akımlar açısından çeşitlilik gösteren yeni şehirleri örnek vaka çalışmaları olarak seçiyor yazar. Odak, canlı bir hareket olarak yeni şehirlerin entelektüel, kültürel ve siyasi dışavurumları ve bu yerlerin ne yollarla hayali bir ütopyayı temsil ettiklerine değiniyor.
Yeni şehirler karşısında sert bir eleştirel tutum takınmak yerine bu yenişehir seferberliğinin kendi adına konuşmasına izin vermeye çalışıyor yazar. Belgeler ve diğer malzemeler üzerinde çalışırken, tarihçinin becerisini güveniyor ve araştırmacı, efsane avcısı ve kuşkucu rolünü de oynuyor. Aynı zamanda 21. yüzyılda ki kentsel bunalımlarımızın da farkında. Uçsuz bucaksız hinterlandlar boyunca mantıksız bir şekilde yayılmış mega şehirler, tenek mahallelerinde, şehrin ihmal edilmiş varoşlarında ve mülteci kamplarında yaşanmilyonlarca insan; çevrenin rezil hali küresel ısınma ve deniz seviyesinin yükselmesi. Bu bakış açısından, günümüzün bahçe şehirleri sürdürülebilirliğin yerini tutan bir şey olarak görme takıntılarına, sistemler sistemi, akıllı şehirler ya da zeki şehirler gibi modaların günü kurtarabileceğine dair her türlü inanca giderek daha tahammülsüz hale geliyor yazar. Günümüzde bir yeni şehirler inşa etme seferberliği olduğunun ve görünüşe bakılırsa her yerde, özellikle Asya ve orta Doğu’da mantar gibi yeni kentsel mekanlar ortaya çıktığını ifade ediyor. Dünya nüfusu arttıkça ve dünya her zamankinden daha çok şehir değiştikçe yeni şehirler inşa etmekte bir kere daha hakiki bir saplantı haline geliyor.
Yazarım kitaptaki amacı, yenişehir hareketinin entelektüel ve ideolojik temellerini, modernleşmenin ve kentsel planlamanın siyaseti konusunda ne söylediğini ve kentsel dünyaya ilişkin kavrayışımızı nasıl biçimlendirdiğini araştıran disiplinler arası bir analizini sunmaktır. Kapsamlı kentsel politikaların güçlü ve zayıf yönlerine ilişkin taze bir bakış açısı sunmak ve çağdaş şehirleşmenin karşımıza çıkardığı güçlükleri anlamak için yeni bir temel sağlamak anlamında önemli bir araştırmadır. Yazarın kendi söylemi ile; ütopyanın insanlığın temel yönlerinden biri olduğu ve ütopyacı projelerin insanları daha iyi bir gelecek oluşturmaya teşvik ettikleri yönündedir. Ütopyanın ortadan kaybolması, insanın kendisinin bir nesneden farksız hale geldiği durağan bir gidişata neden olur; “insan idealsiz kalacak ve tarihi biçimlendirme iradesini ve bunun sonucu olarak onu anlama yeteneğini yitirecektir.”
Yenişehir hareketinin kökenleri
Başından itibaren, yeni şehirler doğuştan kazanılan karmaşık bir hakkı paylaşmıştır. Geleneksel plancılık anlatılarında, hepsi kendi soylarını bahçe şehir hareketine dayandırmıştır. Ama bu soyağacı çok seçiciydi: 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde radikal sosyalist programı ve işbirlikçi vizyonu çoktan kıymetli eşyalar dolabına kaldırıldı aslında yeni şehirler planlamanın kökleri, sömürgecilik, savaş ve askeri politika deneyimlerini ve devlet otoritesinin yayılmasına uzanıyor. Bu durum birbirini takip eden ve iskan stratejilerinin ölçek ve gücünü dramatik bir biçimde artıran bölgecilik vizyonlarına sarılıp sarmalanmıştı. Dolayısıyla yeni şehir hareketinin kökenlerinin izini sürmek, bir yandan bizi öncelikli olarak İngiltere’deki efsanevi bahçe şehirlerinegötürse de, diğer yandan hızla başka yönlere yöneltiyor.
20. yüzyıl başının korkunç gecekondu mahalleleri geride bırakılıyor. İşçi sınıfları, bireyin ve topluluğun ihtiyaçlarının dengelendiği, kendi kendine yeten, planlanmış yerleşimlerde yeni bir hayat buluyor. Bunlar bütün ütopyacı kentsel deneylerin altında yatan umutlardı. Şehir yer olarak yönetilen, hafif sanayii, işleri ve hizmetleri çekecek, sınırları belli bir limited şirket olacaktı. Toprağın mülkiyeti müşterek olacaktı. İnsanlar, kırkonutun öncü ruhuyla, evlerini kendileri yapacak, küçük dükkanlar açacaklardı.
Erken dönemi ütopyacı sosyalizm ve kooperatif hareketlerinden anarşist yeni teknolojilerin insan kalabalıklarına sanayi şehirlinin korkularından uzaklara yayılma imkanı sağlayacağı düşüncesine kadar uzanan bir fikirler karışımından etkilenmişti. Bahçeşehir mükemmel bir yaşam ortamı yaratma konusunda doğanın canlandırıcı niteliklerine ve bunların yerel kültürle kaynaştırılmasının yollarına güveniyordu. Kır hayatının üstünlükleriyle birlikte şehir hayatının yararlarını ve sonuçta hem bireysel özgürlüğü hem de toplumsal işbirliğini sunuyordu. İnsanların evleri ile işleri arasında kolaylıkla yürüye bilmeleri için bahçeşehir yaklaşık 1 km yarıçaplı bir daire biçiminde hayal edilmişti. Şehir merkezinde bir park, kamu binaları ve bir alışveriş pasajı olacaktı. Yerleşim maksimum boyutuna ulaşır ulaşmaz, yeni bir bahçe şehir kurulacak ve iki bahçe şehri birbirinden bir tarım kuşağı ayıracaktı; sonunda kırsal alanda hızlı toplu taşıma sistemi ile birbirine bağlanan bir şehirler deneti ortaya çıkacaktı. Howard bu çokmerkezli vizyonu “Sosyal Şehir”diye adlandırdı.
Her siyasal ideoloji kendi şehir ütopyasını hayata geçirmeye çalışıyordu. Sovyetler Birliği şehir ve sanayi dönüşümüne hıza açılırken, sosyalist şehrin doğasına ilişkin hararetli bir tartışma başladı. Tartışma başlangıçta iki kamp arasında cereyan ediyordu: büyük ölçüde bahçeşehir idealinin peşinden giderek ademi merkezciliği savunan şehircilik karşıtları ile şehirleşme ve sanayileşmenin giderek artmasını talep eden seyirciler. Üzerinde anlaşılan orta yol, orta boyutlu şehirlerde yeni sanayi şehirleri inşa edilmesi oldu.
Standartlaştırılmış sanayi şehirleri için kurulan vakıflar bunların yaptığı çalışmalar siyasi ve din karşıtı propaganda yapan bayrak, slogan, pankart, anıt ve hoparlörlerin her yerde olduğu bir dünya inşa ediliyordu Moskova Büyükşehir bölgesi için 24 uydu şehirden oluşan bir sistem önerildi. Şehirleşme de Sovyetler Birliği’nin kendi ideolojik yapısı hem mekansal uzanımda hem de toplumsal inşada önemli bir role sahip oluyordu.
Benzer ideolojik perspektifli bir şehir hareketi oluşturmaya çalışan kapitalist düzenin ve liberal demokrasinin bayrağını şiddetli şekilde tutan Amerikan rejimi kendi şehir hikayesini hem yaşamak istiyordu hem de ihraç etmek istiyordu. Sivil hayatı canlandıran yenişehir, yaşayan bir organizma, bir alternetif değerler ve toplumsal sorumluluk kaynağıydı.
20. yüzyıl şehir planlamasının en güçlü kavramlarından biri olan mahalle birimi yenişehir ideolojisinin temel kavramlarından biri olarak kabul gördü. Avrupa’da Amerika Birleşik Devletleri‘nde ve ötesinde şehir planlama şemalarında uygulanan evrensel bir ideal oldu. Büyük bloklar düzenine dahil edilen mahalle birimi, karşı konması zor bir aile odaklı topluluklar vizyonu ve bir toplumsal inşa mekanizmasıydı. İdeal, büyük şehirlerin radikal tarzda yeniden biçimlendirirlebileceği ve köy hayatının bütün erdemlerini içeren daha küçük yerlerle iç içe geçebileceği varsayımını içeriyordu. Amerika Birleşik Devletleri‘nin yenişehir hareketinin düşünsel tarihi böyle başlıyordu.
İdeoloji kutuplar, kimi zaman arada kalanlarla kimi zamanda en uçtakilerle mekan üzerinden kendini inşa etmeye çalışıyordu. Faşist yeni şehirler kendini bulmak için deneyler yapıyordu. Ütopya daima ahlaki imalarla ambalajlanmıştır. İtalya ve dönemin siyasal rejimi yeni şehirlerini inşa ediyordu. Kendi geleneksel yapısına uygun yeni sadakatler üretmenin peşinde idiler. Roma ve çevresindeki toprak ıslahı projesi ile bağlantılı adımlar buna örnektir. Yeni şehirlerin kırsal bölgenin saflaştırılması ve modernleştirilmesi olarak hareket ettiği bölgeciliğin bir biçimi olarak görüyordu.
Bu projeler boyuta ve işlere göre rasyonel sıralanışlarında faşist hiyerarşi fikirlerini yeniden üretiyordu. Bütün yeni şehirler gibi İtalyan yeni şehirleri de propaganda alanlarıydı. Devlet iktidarının ve milliyetçi hedefin simgeleri, faşist yeni insanın ortaya çıkması için hazırlanan zemindi.
Almanya’da İtalyan faşist yaklaşımlarını kendi coğrafyasında kendi kültürel yapısına uygun şekilde yeni faşist alman modeli için deneyler yapıyordu. Mekanı siyasal öznenin eylem alanı olarak hedefliyordu. Bu mekan bu faşist yapının istediği faşisti üretmek üzerine kur kullanıyordu. Almanların yenişehir yaklaşımı iskan komiseri Gottfried Feder idi. Feder’e göre Alman yeni şehir hareketi ya da Alman bahçeşehirleri daha faşist ve daha ırkçı olmalıydı. Şehirlerin nüfusu 100.000’den fazla olmayacak, artan nüfus kırsal ortamlara dağıtılacaktı. Bu yaklaşımın metninde kullanılan örnekler arasında İtalyan yeni şehirleri yer alıyordu.
Ülkeler peş peşe önemli sanayilerini şehirlerden uzaklaştırıp korunaklı iç kesimlere doğru kaydırdılar. Almanya üretim alanlarını ülkenin merkezine ve doğu kısımlarına taşıdı. Britanya hükümetinin gölge fabrika programı hayati sanayileri ve özellikle uçak fabrikalarını İngiltere’nin batısına, kuzey batısına ve İskoçya‘ya dağıttı.
Savaş çağrısı
Savaş şehir krizini acil ve tutkulu bir savaş çağrısı haline de getirdi. Dört bir taraftan kentsel devrim yaygarası koparıldı. Savaş sonrası yıllarda şehirlerin hayal edildiği biçimi tanımlayan metinlerin birçoğu ya Büyük buhran en yüksek noktasında iken ya da savaşın gölgesi daha kalkmamışken yazılmıştı.
Bütün bu kuramcılar, bölgesel planlama vizyonunu ve yeni şehirleri Mumford’ın tahammül edilemez eski şehirler “nekropolis”i ve alternetif olan alanları araştırmaya başladılar. Ne var ki savaş toplumsal adalet ve ahlaki doğruluk duygusunu ve uzun süredir söz konusu olan bir çok yanlışın düzeltilmesi konusunda ki ısrarlı talebi güçlendirdi. Onlarınki son derece önemli bir davaydı. Üstelik dünya çapında konut yetersizliğini ortaya koyan istatistikler popüler medya aracılığıyla acımasız bir sağanak halinde kamuoyuna açıklanıyordu.
Yenişehir ideolojisi, kapsamlı ve modernleştirmiş bir ulusal coğrafya ve mahalle, şehir ve bölgelerin rasyonel bir hiyerarşisi ve üretken bir hayatla derin bir şekilde iç içe geçmiştir. Planlama politikalarında toplumsal adalet duyarlılığı, kamusal görev duygusu ve ekonomik fırsatı ve yaşam standartlarını eşitlemeye yönelik bilinçli bir eğilim söz konusuydu. Bölgesel kontrolü pekiştirmek ve genişletmek, sınırları tahkim etmek, nüfusları istikrarlı hale getirmek, zenginliği ve üretkenliği azami seviyeye çıkartmak devletlerin takıntıları haline geldi. Bu bakımdan yeni şehirler milliyetçi, yurtsever konsolidasyon ve modernleşme dürtülerinin tamamlayıcısıydı.
Sanayi ve doğal kaynak şehirleri bir parça ütopya
Yeni şehirler çeşitli ütopyacı takımyıldızlarındaki en parlak yıldızlardı, ama savaştan hemen sonraki yıllarda izledikleri yol, genellikle ağır sanayiyle ve doğal kaynakların çıkarılmasıyla bağlantılıydı. Başlangıçta savaşın de ardından yeniden yapılanmanın körüklediği sanayi verimliliği, tam istihdamla birlikte gelmiş geçmiş en yüksek noktaya çıktı.
Savaş sonrası sanayi patlamasıyla bu bağ, yeni şehirleri yeniden yapılanma yıllarının parçası da olan daha yaygın, basit konut şemalarından farklı kıldı. Devlet, iktisadi motoru ulusal yeniden inşaya ve modernleşmeyi dönüştürmek, kapsamlı şehir altyapısı ve istikrarlı, halinden memnun bir işgücü sağlamakta büyük ölçekli şirketlerle işbirliğine gitti.
Bu iktisadi motivasyonlar, üretimi, tüketimi, aileyi ve sosyal hizmetleri geniş bir uzamsal bağlamda birbirlerine bağlayan bir refah devleti felsefesi ile kaynaştırmıştı. Bu birleşik vizyon, yeni şehirleri ütopyacılık kategorisine yükseltti. Aileler iyi yaşayacak, işe, emekli maaşına, bakıma ve kendilerine yarışır kamu hizmetlerine sahip olacaklardı. İlkadım, hassas savaş zamanı sanayilerinin koruma amaçlı dağıtımıyla zaten gerçekleştirilmiş olan fabrikaların ve sanai iş gücünün nasıl ve nereye yerleştirileceği konusunda bir ulusal politika öneren 1940 Barlow Raporu oldu. Ancak nihai olarak en büyük atılım Şehir ve Bölge Planlama Bakanlığı’nın teşkil edilmesi olmuştu.
Yeni şehirlerin ilk nesli, geriye dönüp bakıldığında, onları bir arada tutacak bir iktisadi stratejiden yoksun olmakla eleştirilse de, ekonomilerinin dikkat çekecek ölçüde büyük bir kısmı imalata, ağır sanayi ve doğal kaynakların çıkarılmasına dayanıyordu. Enerji ve doğal kaynaklar aranması, bu dönemde yurtseverliğin odağı haline geldi. Bu şehirler ahlaki bozukluk, hastalık ve yoksulluk yatakları olarak görülüyordu.
Halk ve ihtiyaçları
Bahçeşehir arketipi ve mahalle birimi, ister tam anlamıyla sanayi şehirleri olsunlar ister başkentler etrafında düzenlenmiş şık banliyö şehirleri, yeniden yapılanma döneminin yeni şehirlerinin ütopyacı ilkeleri olarak üstünlüğü ele aldılar. Toplumsal kaosa karşı birer siper diler. Mahalle ve yerleşim yeri, toplumsal dayanışmanın ve istikrarın kodlanacağı bir kentsel fantezi öneriyordu.
Ütopyayı ihraç etmek
Yenişehir hareketinin düşünsel tarihinin ütopyacı tarafına baktığımızda asıl meselenin ikinci ayağı olarak düşünsel ütopyayı ihraç etmesi olduğunu görüyoruz. Pakistan, Hindistan, İran ve daha bir çok ülkeye yeni şehir ütopyası planları ile beraber ihraç edilmeye başlandı. Amerikalı ve Avrupalı sosyolog, antropolog, mimar ve plancılar batılı olmayan toplumları incelemek ve değerlendirmek için koşuşturmaya başladılar. Kahire, Beyrut, Tahran, Ankara, Tunus gibi bir çok kent bu süreçte ütopyanın ihraç edildiği ülkelerin şehirleri old.
Mülteci krizi
Savaş sonrasının açık ara en acil sorunları, koministayaklanmaların, mezhep şiddetinin ve sefalet içinde yaşayan mülteci kalabalıklarının her türlü ulusal konsolidasyon umudunu ortadan kaldırma tehdidi yarattığı yeni kurulmuş bağımsız devletlerin bulunduğu bölgelerde yaşanıyordu. Kuşatma, savaş sonrası dönemin yeni şehir doktrininin kurucu ilkesiydi ve şehir planlamayla askeri politikaların paylaştığı söylemi ve mantığı açığa vuruyordu.
Yeni şehirler mülteci krizlerine de eski şehirlerdeki aşırı kalabalıklara bir cevap olsalar da, özellikle Orta Doğu’nun yeni ülkelerinde devletin toplumsal arındırma ve etnik mühendislik aygıtları oldular buna en açık örnek İsrail’de Tel Aviv, Kudüs ve Hayfa’ydı.
Yarının şehirleri
Yeni sistem dinamiklerinin harekete geçirdiği uluslarası planlama, 1960’lı yıllar boyunca altın çağını yaşadı. Plancılaraen son öncü teknikleri öğrenme olanağı sunan küçük bir konferanslar ve seminerler endüstrisi, proje işbirlikleri ve meslek örgütleri ortaya çıktı. Bu küresel üretim ağı, modernleşen rejim için bir uzman iş gücü ve anahtar eksen olarak işledi. Küresel üretim ağında yeni şehirlere neredeyse devasa bir dönüştürücü güç atfedildi.
Modernleşme süreçlerinin hem toptanlaştırıcı hem de homojenleştirici olduğunu savunan bir çok teorisyen ve düşünür var. Modern şehirleri inşa eden devlet politikaları, planlama tipolojeleri ve hiyerarşileri birer disiplin aygıtıydı. Şehir çevresini normatif kılmanın modern yolunu sunuyorlardı. Aslında, oyuşturulabilen bir aynılıkla küresel peyzaj genelinde yinelenen yeni şehir, tam da bu teorisyenlerin tanımladığı sınırsız otoritenin sembolü gibi görünüyordu. Yeni şehir idealinin en eksiksiz uyarlamalarını, başlıca örneği Sovyetler Birliği olan en dayatmacı devlet aygıtını sahip ülkeler gerçekleştirmiştir. Yeni şehir ideolojisi, Amerika Birleşik Devletleri gibi yukarıdan aşağıya yönetim planlamasından kaçının ülkelerde bile coşkuyla benimsendi.
Basmakalıp ütopya evrensel bir destek verilmesine rağmen planlama, bugün olduğu gibi o zamanlarda da yerel koşullar bağlamında gerçekleşiyordu. Projelerin yüzeydeki aynılığı bir kez parçalandığında, yeni şehirlerin bile bulundukları yere özgü oldukları görülür. Sıfırdan başlama ruhu, her türlü duruma özgü değişikliklerle beraber, dünya çapında yayılmaktadır. 1960’lar boyunca dört ülkedeki-İngiltere, Fransa, Hindistan ve Amerika Birleşik Devletleri-yarının şehirleri denemelerini ve sistemler mantığının arazi kullanım planlamasındaki uygulanışını gözden geçirecek. Saha kapsamlı, geniş, sibernetik enformasyon ve iletişim akışları ağı olarak düşünülen bölgeler genelinde uzanıyordu.
Sonuç
Yeni şehirlerin politika olarak uygulamaya çalışılması oldukça tartışmalı olmuştur, çünkü yeni şehirler, 20. yüzyıl ortası ile sonu arasının yeni şehir hareketleri kentsel ütopyacılığınmirasını sürdürdü. Geleceğin şehirleri üzerine kafa yorulması, nasıl yaşanması gerektiğini ilişkin imgelemenin çerçevelenmesinde ve modernleşme karşısında benimsenen tutumların değiştirilmesinde etkili oldu. Yeni şehirlerin altın çağı, nasıl ilerliyordu?
Devasa şehir inşası ve altyapı projelerinin sermaye yatırımı, yeni ve daha iyi bir geleceğe sıçrayıştı. Şehirler ve bölgeler modernleştirildi, yönetilebilir kılındı, devlet denetimi altına alındı. Bu süreçler Batı’da gerçekleşti ve daha sonra dünya genelinde yerel koşullara göre biçimlendirirdikleri ve ihraç edildiklerini görüyoruz. Bu bakış açısına göre, yeni şehirler sabit bir sosyalist yada kapitalist düşünce külliyatından hareketle inşa edilmemiş, daha çok bu idealleri modern kalkınma etrafında tanımlama işlevi görmüşlerdi. En genel anlamıyla yeni şehir hareketi 20. yüzyılın şehirleşme ve modernleşme aracılığıyla ilerleme modelini geliştirdi, düzenledi ve yeniden üretti.
Kuşkucu biri bu yeni şehir hareketinin 20. yüzyıl sonları şehirleşmenin sismografğında kaydı kayda geçirip geçirmediğini sorabilecek olsa da, bu yerlerin planlanması, tasarlanması ve inşası aslında başdöndürücü projelerde ve etkileri de olağanüstüydü. Ağır modellik rejimi altında, icra daima gelecekte bir yerlerdeydi. Yeni şehir, ilerlemeyi ne zamanın ötesine adım atmayı hazırladı. Bu vaat edilmiş toprakları tasarlama ve inşa etme hareketi, uluslararası bir mimarlar, plancılar ve şehir reformcuları topluluğu tarafından gerçekleştirildi. Ütopyacı tutku onlar için büyük anlam ifade ediyordu. Şehir cennetini aramak için geleceğe yelken açıyor, bir ileri bir geri, şu ya da bu güzergahtan yol alıyorlardı.
Bu topluluk, ulus aşırı bilgili işgücü olarak, yenişehir pratiği etrafında metinlerden ve illüstrasyonlardan bir fantazmagoryayarattılar. Bu yayınlara reklamlar, filmlerdeki, edebiyattaki ve şarkılardaki kutlama ve cennette yaşayan gözüpek Yeni Halk imgeleri eşlik ediyordu. Medya hücumu, yeni şehri bir ütopyacı sahneye dönüştürdü. Sonuç itibarıyla yenişehir hareketi fiile inşaatla olduğu kadar bu düşsel peyzajların aktarımıyla da yayıldı. Bu hayret uyandırıcı bir kavramsal düzenek oluşturdu. İzleyenler gördüklerini tamamen ütopyacı terimlerde yorumladılar. Yeni şehirleri geleceğin süregelen bir yorumu haline getiren bir algı psikolojisi söz konusuydu. Elimizdeki kitabın yakalamaya ve göstermeye çalıştığı, bu ütopyacı arzu söylem ve pratiğidir.
Doğru şehir tasarımı ve kurulumuyla, mahalleleri, şehirlerin, bölgelerin ve en ya içinde ülkenin model bir yaşam biçimine kavuşabileceğine inanılıyordu. Savaş sonrasının yeniden inşa yıllarında, bahçeşehir ve mahalle birimi toplumsal istikrar ve kolektif uyum için kılavuz niteliğinde öğretilerdi. Ağaçlık mahallelerde gündelik yaşamın tadını çıkaran mutlu aileler hayali yalnızca Kuzey Amerika ve Avrupa’da değil, daha önemlisi, bir sömürge ve sömürge sonrası politika biçimi olarak durmaksızın kopyalandı.
Bahçeşehir fantazileri çöküşlerini Afrika ve Orta Doğu çöllerinde yaşadılar. 1960’larda metin olarak şehir giderek artan bir biçimde sibernetiğin ve sistem analizinin diliyle yazılmaya başlandı. 1960’lar modernizasyonu parlak yıllarıydı. Avangart mimar ve plancılarının kalemlerinden şehir fantazileri dökülüyordu. Yeni şehirler, yaratıcı mega yapıların, fütüristik ulaşım ve iletişim ağlarının, biomorfik oluşumların deneyi alanlarıydı. Yeni şehirler, geleceğe ilişkin kurgulandı. Ütopya, toplumsal bir özgürleşme, bilim kurgu alanına doğru bir yarış haline geldi. Ancak bütün bu olup bitenler ölümcül bir kapan halini alabildi. 1970‘lerin ortasında yeni şehir çılgınlığı sönmeye başladı. Kökten temizlik ideali cazibesini kaydetmiş, ütopyacılık tüketilmiştir. Bu tutkuların devletin sorumluluğunda olabileceğini, hatta olması gerektiğine dair kuşkucu düşünce yeni şehirlerin aleyhine olacak. İdeal toplum arayışı yıpratıcı bir eleştiri ile karşı karşıyaydı.
Ütopya, toplumsal taahhüt ve toplumsal dönüşüm için bir tür ön hazırlıktır. Ancak toplumu değiştirmek için inşa edilmiş bir biçim bulmaya yönelik hiç bitmeyen arayışa rağmen şehir kuramcılarının ütopyacı üretimin toplumsal ve siyasal boyutlarını bir kenara atıp yalnızca mekansal bir modele yoğunlaşmaları büyük bir eleştiri konusu oldu. Devletin çıkarlarıyla ve yerleşik iktidar yapısıyla işbirliği içine girmeleri şeytanla anlaşma yapmakla aynıydı. Şehir kuramcılarının fantazileri, yeni şehirlerde olduğu gibi, gerçeğe dönüştüğünde, bu dönüşümü baskıcı bir biçimde gerçekleştirmiş ve kısır bir teknik düzen de yatmıştı. O halde ütopyacı dürtüdeki derin gerilim burada yatıyordu: yeni şehirler, 20. yüzyıl ortaları ile sonları arasındaki toplumun hem bir eleştirisi hem de yeniden üretimiydi.
Eskimiş yeni şehirler
Bazıları iyinin ve kötünün aşırı noktalarında büyük ün kazanmayı başarmış olsa da 20. yüzyılın ikinci yarısının yeni şehirleri artık yeni değiller. Zaferler ya da bozgunlar resmi geçidine katılmayı başarabilmiş olan yeni şehirlerin ötesinde çok daha sıradan sayısız uydu ve yeni şehir bulunuyor. Bunların az çok modernist düşünsel peyzajlar olarak zamana karşı direne bilmeleri kamu siyasetinin dönüşlerinden sıradan bakım yatırımlarını uzanan yerel koşullara bağlıydı. Modernleşme ve modernizm daima yerel prizmalardan geçerek kırılmışlardır.
Yeni şehrin yeniden sahneye çağrılışı
En yeni Şehir projelerinin çoğu, devrimci gündem yerini satın alacak parası olanlara cezbeden en güzel kıyafetlerle izlenen gayrimenkul imarın standart ilkelerinin izleriydi. Orta Doğu, büyük ölçüde nüfus patlaması ve çok genç nüfusu nedeniyle hala yeni şehir imarının en etkin alanlarından biri olmaya devam ediyor. Mısır’da Kahire ve İskenderiye buna bir örnektir.
Ütopyanın, toplumsal düzenle ve siyasi otorite ile çok yakından bağlantılı olan katı bir mekansal formu vardır. Ütopyacı tutkunun özellikleri değişmiş olabilir, ama şehirler hala onu uygulamanın aygıtıdır. Kültür sürdürülebilirlik ve akıllı teknolojiler 21. yüzyıl ideallerinin yapı iskelesi haline geldi. Kültür söz konusu olduğunda, kültürel simgecilik arayışı ve yer-yapma büyük bir kısmı hatıra kalıntılarına dayanan yeni saplantıdır.
Tarihçiler sıklıkla 20. yüzyıl başlarının bahçeşehrinden 21. yüzyılın yeşil şehrine doğudan bir hat uzandığını düşünürler. Peyzaj mimarlarının ve çevrecilerin özellikle 1970’li yıllardan itibaren yeni şehirlerin imarlarındaki artan rolü bu soy kütüğünün kanıtıdır.
Ekotopya arayışı mimari avangardın görkemli ayak izlerini de takip eder. Sürdürülebilirlik arayışı, üçüncü ütopya arkına, yani günü kurtarmak için en yeni dijital teknolojileri uygulayan akıllı şehirler arkana kapılıyor. Akıllı Şehirler, karizma, esneklik ve canlılık üretecek.
Bu ütopyacı senaryoda, şehirler yenilik platformları haline geliyordu. Şehir hayatı daha şeffaf ve yaratıcı olacaktır: siyaset yapıcılar tercihleri ve kaynakları istedikleri gibi değiştirebileceklerdi. Sürdürülebilirliğin anlamı esnekliğe ve krizle başa çıkma becerisini, bilgisayar modelleri inşa ederek ve gerçek zamanlı gelecek senaryoları oluşturarak riski yönetmeye dönüştü. Akıllı şehir yenilikleri pırıl pırıl bir kablosuz barış, uyum ve eşitlik gezegeni yaratacaktı. Bu yeni teknolojiler, sıfırdan yeni şehirler inşa etme hayalini yeniden hayat verdi. Yeni bir muazzam sermaye yatırımları ve zeki tasarım ürünü mega projeler nesli, hayata geçiyordu. 21.yüzyıl ütopyacı hayal gücünü yansıtan ileri teknoloji tasarımları, ışıltılı kuleleri, zeki yeşil binaları, otomatikleştirilmiş ulaşım koridorlarını da sergiliyor. Bu az sayıdaki örnek sıfırdan inşa edilen şehirlere, yeni yani hali hazırda geçerli dille söyle söylersek, birden ortaya çıkan şehirlere hemen hiç son verilmediğini, tarihin çöplüğüne atılmadıklarını ispatlıyor. Yeni şehirler, ihtirası gelecek planları olarak şehir uygulamacılarını kendilerine hayran bırakıyor.